Uluslararası Kızıl Yardım (SRI), eksikliklerini ve zayıflıklarını gizleme gereği duymaz. Buna rağmen, devrimci tutsaklara yönelik enternasyonalist destek alanında kesintisiz 25 yıllık deneyimimizin, bu panelin konusu hakkında bize belirli bir uzmanlık kazandırdığını düşünüyoruz.
Bu 25 yıl boyunca birçok çelişkiyle yüzleştik, pek çok krizden geçtik. Bu deneyimler, ilk bakışta basit görünen devrimci tutsaklara enternasyonalist destek meselesinin, gerçekte zor seçimlere ve talihsiz yanlış anlamalara açık, özgül ve karmaşık bir konu olduğunu söylememize imkân tanımaktadır.
İlk konuşmamızda belirttiğimiz gibi, isteseler de istemeseler de, hazır olsalar da olmasalar da, politik tutsaklar her iki taraf için de bir sembol ve üçlü bir mücadele alanı hâline gelirler.
Birinci mesele ideolojik meseledir.
Bu en temel meseledir, en geniş anlamıyla iki tarafın varlığını ortaya koyar, sömürülenlerin ve ezilenlerin tarafı ile sömürenlerin ve ezenlerin tarafı. Aynı zamanda mücadelenin mümkün olduğunu, zaferin mümkün olduğunu da ilan eder.
Burjuvazi, pişmanlık gösteren tutsakları teşhir etmeyi başarırsa iktidarını pekiştirir. Buna karşılık, kitleler devrimci sanıkları cesur, tutarlı ve kararlı militanlar olarak algılarsa, devrimci dava bütünüyle güçlenir.
Genel ideolojik meselenin yanı sıra siyasal meseleler de söz konusudur. Tutsaklar, bir siyasi eylemin, bir stratejik perspektifin ya da belirli analizlere dayanan ve somut hedefler güden örgütsel bir projenin temsilcileridir.
Bu nedenle tutsaklar doğal olarak kendi özgül siyasal projelerine hizmet etmek isterler. Açıklamalarında yalnızca devletin ve adaletin sınıfsal niteliğine saldırmakla ya da mücadelenin meşruiyetini basitçe savunmakla yetinmezler; aynı zamanda kendi siyasal, stratejik ve taktik tercihlerinin değerini vurgulamaya çalışırlar.
İdeolojik meseleler ile siyasal meseleler arasındaki ayrım bu nedenle önemlidir.
Son olarak pratik meseleler vardır: yargılamada ağır cezalardan kaçınmak, tecrit koğuşlarından çıkmak, ziyaret ve iletişim imkânları elde etmek, iade edilmemek, serbest bırakılmak vb. İlk konuşmamızda belirttiğimiz gibi, tüm bu hedefler tutsakların siyasal özne olarak kalabilmesini sağlar.
Bu meselelerin bazen birbirini tamamladığını, bazen de birbiriyle çeliştiğini anlamak gerekir, ve çoğu zaman bunları ayırt etmek kolay değildir.
Örneğin, mahkemede radikal bir tutumun (mahkemenin meşruiyetini reddetmek vb.) birinci meselede, yani ideolojik mücadelede devrimcileri güçlendireceği; ancak üçüncü meselede, yani cezai alanda onları zayıflatacağı düşünülebilir. Bunun istisnaları vardır: “radikal savunma” olarak adlandırılan yaklaşım, düşmanı savunmaya zorladığında ve onun çelişkilerini patlattığında, tüm alanlarda kazanım sağlayabilir. Ancak genel kural, ideolojik olarak saldırgan bir tutumun cezai bir bedelinin olduğudur.
Başka bir örnek: siyasal düzeyde keskin bir tutum bazen ideolojik düzeyi güçlendirebilir, bazen de zayıflatabilir. Örneğin, bazı tutsaklar kendi örgütlerinin ya da akımlarının tercihlerinin savunusunu aşırı derecede sekter bir biçimde yapar, sınıf düşmanına saldırmak yerine diğer devrimcilerin tercihlerini eleştirmeyi öne çıkarırlarsa, ideolojik açıdan sekter tartışmalara tanık olmak zorunda kalan kitleler nezdinde ters etki yaratabilir.
Kuruluşundan itibaren Uluslararası Kızıl Yardım, devrimci tutsaklara destek görevini üstlenmiş ve bu desteği devrimci faaliyetin ayrılmaz bir parçası olarak görmüştür. Devrimci süreç, bazen yükselen bazen gerileyen evrelerle ilerler, ancak her zaman mücadele/baskı/baskıya karşı direniş diyalektiği tarafından şekillendirilir. SRI, baskıya karşı direniş çalışmasını hem proaktif hem de reaktif biçimde ele alır. Proaktiftir, çünkü devrimci hareketi baskıya karşı daha dirençli hâle getirmek gerekir. Reaktiftir, çünkü baskının indirdiği darbelerin aşılabilmesi için devrimci harekete araçlar sunmak gerekir.
Proaktif çalışmanın yalnızca teknik ve örgütsel olduğu düşünülebilir: iletişimileri şifrelemek vb. Oysa gerçekte bu her şeyden önce ideolojik bir çalışmadır. Sınıf antagonizmasının doğru biçimde kavranması, baskının da doğru biçimde anlaşılmasını sağlar. Baskı, kaçınılması gereken bir felaket olarak değil, aşılması gereken bir sınav olarak kavrandığı anda, felç edici etkisini kaybeder, güçleri paralize etmeyi ve militanları taşlaştırmayı bırakır.
Devrimci tutsaklara verilen destek, nasıl yürütüldüğüne bağlı olarak bu ideolojik mücadeleyi zayıflatabilir ya da güçlendirebilir.
Eğer destek mağduriyetçi bir tarzda yürütülürse, maruz kalınan haksızlıklara, adaletsiz cezalara, düzmece davalara, yasaların çarpıtılmasına, uygulanan işkencelere, ağır tutukluluk koşullarına, uzun hapis sürelerine odaklanılırsa, ortaya çıkan etki, en kötü ihtimalle demobilizasyon, en iyi ihtimalle ise insani ya da demokratik-burjuva bir temelde mobilizasyon olur.
Buna karşılık, destek siyasi bir tarzda yürütülürse, tutsakların siyasi kimliğine, bunu nasıl sahiplendiklerine, düşmanın tüm saldırılarına rağmen bunu kıramayışına ve bu saldırganlığın düşmanın korkusunu nasıl açığa çıkardığına odaklanılırsa, ortaya çıkan etki devrimci taraf için güçlü bir moral ve teşvik olur.
Sıklıkla SRI’dan, şu ya da bu tutsak grubuna için uluslararası bir kampanyaya katılması isteniyor. Güçlerimiz sınırlı olduğu için seçim yapmak zorundayız ve bu seçimler siyasi ölçütlere dayanır. Önceliğimizi, baskı karşısındaki tutumları devrimci tarafı besleyen ve güçlendiren tutsaklara ve tutsak gruplarına veririz.
Bu noktada, örneğin gizli devrimci militan olmakla haksız yere suçlanan ilerici bir gazeteciyi desteklememiz için bize çağrıda bulunan güçlerle sık sık yanlış anlamalar yaşanıyor.
Elbette haksız yere suçlanan ilerici gazetecilerin bir an önce serbest bırakılmasını isteriz. Aynı şekilde, “gazetecilik” kisvesi altında faaliyet yürütmüş gizli devrimci militanların, hapis cezalarından kaçınmak için bu örtüyü korumaya çalışmasını da tamamen anlarız. Ancak baskıya karşı mücadelesini devrim/karşı-devrim diyalektiğinin bir parçası olarak ele alan SRI, kendisini açıkça devrimci olarak sahiplenen militanlara öncelik verir.
Benzer şekilde, bazı güçler dayanışma kampanyalarını kolaylaştıracağını düşünerek, burjuva kategorilerine göre en “masum” profilleri öne çıkarırlar. Biz ise en “suçlu” profilleri tercih ederiz, çünkü bunlar devrimci perspektifi ve onun düşmanla yüzleşme kapasitesini ortaya koyar.
Bu nedenle, militan grupları hedef alan davalarda ya da tutuklamalarda, seferberliklerin burjuva adaletinin en ağır biçimde saldırdığı sanıklar ya da en ağır cezalara çarptırılmış tutsaklar üzerinden örgütlenmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Bu yaklaşım, öncelikle farklılaştırma manevralarına (özellikle “haksız yere suçlanan” ya da “ellerinde kan olmayan” tutsakları desteklemeyi seçen demokratik güçlerin manevralarına) alan açılmasını engeller.
Ayrıca yargısal düzeyde, burjuva yargı aygıtının adalet, denge ve ölçülülük görüntüsü vermek için cezaları bilinçli biçimde farklılaştırma eğilimini kullanarak, daha az hedef alınanlar için bile daha iyi sonuçlar elde edilmesini sağlar.
Devrimci tutsaklara yönelik güçlü ve gerçekten devrimci bir uluslararası destek inşa etmek için, grubunun siyasi ve stratejik projesini açıkça savunan (bizimle görüş ayrılıkları olsa bile), kolektif bir dinamiği koruyabilmiş, ya dışarıdaki bir yapının parçası olarak kalarak ya da hapishane içinde bir direniş kolektivitesi oluşturarak, düşmanla, onun polis ve yargı aygıtıyla, kategorileri ve yasalarıyla açık bir kopuşu üstlenen tutsakları öne çıkarmak gerekir.
Bu, dikkat edilmelidir ki, yalnızca mücadelenin en yüksek antagonizma düzeyinde yer almış tutsakları, tarihi önderleri ya da olağanüstü eylemler gerçekleştirmiş savaşçıları desteklemek anlamına gelmez. Militanların büyük çoğunluğu, düşük yoğunluklu girişimler nedeniyle baskıya maruz kalmaktadır. Öne çıkardığımız nitelikler (geçmişteki faaliyetlerini sahiplenmek, antagonistik bir tutumu üstlenmek, işbirliğini reddetmek, kolektif mücadeleyi yüceltmek vb.) bir grev gözcülüğünde tutuklanan biri için de, bir gerilla mücadelesinde yakalanan biri için de aynı şekilde geçerlidir.
Burjuvazi, halkçı ve devrimci olan uzak geçmişinde demokratik ve ilerici değerler geliştirmiştir.
Bu mirasın ne kadar seçici olduğunu biliyoruz — örneğin sömürgeleştirilmiş halklara bu miras bütünüyle red edilmiştir.
Ayrıca bu demokratik mirasın sürekli olarak budandığını da biliyoruz. Örneğin burjuvazi, kendi politik tutsak tanımını dahi terk etmiştir. “Terörist” kategorisi, ilkelerinin tamamen tersine çevrilmesine olanak tanır: siyasi bir proje uğruna mücadele ettiği için hapsedilen bir kişi, daha ağır cezalandırılır ve daha sert koşullarda tutulur.
Buna rağmen ideolojik bir mesele varlığını sürdürmektedir, çünkü burjuvazi bu değerlerin hâlâ kendi sisteminin değerleri olduğunu iddia etmeye devam etmektedir.
Bu durum üç tür çelişkiye yol açar:
– İlk olarak, bu değerleri samimiyetle savunan burjuva ve küçük-burjuva hümanistlerin ve demokratların konumlanışı.
– İkinci olarak, bu mirastan kaynaklanan sosyo-politik mekanizmalardan güç ve prestij elde eden kişi ve kurumlar vardır, bunlar bu değerleri korporatist bir biçimde savunurlar. Bu bağlamda, kimi yargıçların kendi güçlerini ve bağımsızlıklarını göstermek için iktidarın isteklerine ters düşen kararlar alabildiğini görebiliriz.
– Son olarak, sistemin solu kapitalizmin kurallarını benimsediğinden beri, yalnızca toplumsal ve ideolojik meseleleri dile getirerek kendini ayrıştırabilmektedir. Vakaların büyük çoğunluğunda sistemin sağı gibi konumlansa da, kitleler nezdindeki imajını kurtarmak için zaman zaman ilerici bir tutum alabilir. Ancak bu kendiliğinden gerçekleşmez: sorunun kitleler içinde güçlü biçimde gündemleşmesi gerekir ki rejimin solu harekete geçsin.
Toplumların genel olarak sağa kayışı, ilk kategoriyi neredeyse yok edecek ölçüde küçültmüştür. Sömürü altındaki ülkelerden yoldaşlar, gerçek burjuva demokratik güçlerin ne kadar cılız olduğunu çoğu zaman fark etmezler — kimi zaman bu güçler devrimci güçlerden bile daha zayıftır. Sistem solu ise ilkesizdir. Bunu Gazze soykırımına verdiği nüanssız destekle bir kez daha gördük. Yüz binlerce göstericinin bu soykırımı kınaması gerekmiştir ki bu sol, soykırımcılara yönelik birkaç çekingen eleştiri yapma riskini alsın.
Devrimci sol içindeki pek çok güç, tutsakları hâlâ düşmanın kategorileriyle ele almakta, örneğin düşmanın hukukuna saygı çağrısı yapmaktadır. SRI olarak biz, burjuvazinin değerlerine ve sistem solunun güçlerine başvurma şeklindeki bu eski pratikle bağımızı kopardık.
Biz, devrimci tutsaklara verilebilecek en iyi desteğin, onların devrimci tutumlarını öne çıkarmak olduğuna inanıyoruz.
Uluslararası dayanışmanın sorunları özgüldür. Öncelikle, çoğu zaman siyasi kimlikleri destek veren güçlerden farklı olabilen tutsakları desteklemek söz konusudur. Daha önceki konuşmamızda da belirttiğimiz gibi, destek güçlerinin görevlerinden biri, siyasi görüş ayrılıkları olsa bile, tutsakların sözünü taşımaktır; buna karşılık tutsaklar da uluslararası destek güçlerinin siyasi kimliğine saygı göstermeli ve bu güçlerin kendi siyasi, örgütsel ya da stratejik projelerinin taşıyıcısı hâline gelmesini beklememelidir.
Ancak uluslararası dayanışma yalnızca siyasi konum farklılıklarıyla değil, aynı zamanda siyasi kültür farklılıklarıyla da yüzleşir. Bu ise genellikle ihmal edilen bir sorundur.
Bazı ülkelerde af talebi devrimci hareketin taleplerinin bir parçasıyken, başka ülkelerde bu talep teslimiyetin ve tasfiyeciliğin temsilcileri tarafından dile getirilir. Bazı ülkelerde siyasi kültür, fikirleri savunmak için mahkemede yargıçlarla tartışmayı gerektirirken; başka ülkelerde yargıçlarla tartışmak mahkemenin meşruiyetini tanımak anlamına geldiği için reddedilir. Örnekler çoğaltılabilir.
Hapishane mücadelesinin cephesi, gördüğümüz üzere, sıklıkla sembolik meseleler tarafından belirlenir. Oysa aynı sembol bazı toplumlarda güçlü bir ideolojik etki yaratırken, başka toplumlarda hiçbir etki yaratmayabilir. Bu durum, aynı unsurun bir yerde ölümüne bir mücadeleye yol açarken, başka bir yerde tartışma konusu bile olmamasını açıklar. Örneğin, cezaevi üniformasının giyilmesi Türkiye ya da İrlanda’daki tutsaklar için kabul edilemezken, Belçika ya da ABD’deki tutsaklar için önemsiz bir konudur. Bu farklılıkları “daha radikal/daha az radikal” ya da “daha doğru/daha yanlış” gibi ölçütlerle açıklamaya çalışmak bütünüyle yanıltıcıdır. Semboller mücadelesi, ancak yankı bulduğu özgül siyasi kültürle doğrudan ilişkisi içinde değerlendirilebilir. Dolayısıyla tutsak militanları desteklemek, yalnızca onların siyasi faaliyetlerini ve siyasi durumunu değil, aynı zamanda siyasi kültürünü de anlamayı gerektirir.
Görüldüğü gibi, devrimci tutsaklara yönelik uluslararası bir desteğin inşası, hem tutsaklar hem de siyasi destek güçleri açısından analizler ve tercihler gerektirir. Aynı tarafa aidiyetimizin ifadesi olan doğal dayanışma refleksinin ötesinde, devrimci tutsaklar ile siyasi destek güçleri, her birinin gerçekliklerinin, rollerinin ve hedeflerinin anlaşılıp saygı duyulduğu bir ilişki kurmak zorundadır. Bu ilişkinin kendisi de, bazen uyum hâlinde, bazen rekabet içinde, bazen çatışma hâlinde olan düşmanın farklı aygıtlarının, ayrıca burjuva demokratlar, avukatlar ya da aileler gibi kendi mantıklarıyla hareket eden diğer güçlerin dâhil olduğu daha karmaşık bir bütün içinde düşünülmelidir.
SRI olarak deneyimimiz sınırlıdır, ancak yeterince olumlu ve cesaret vericidir. Bu deneyim, devrimci tutsaklara yönelik desteği genişletme ve derinleştirme imkânına ve bu desteği özgürlük için verilen genel mücadelenin bir parçası hâline getirme olasılığına dair bize güven vermektedir.